Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

Yalın gerçek: Muhatabınız İmralı'da

Kapatılan Demokratik Toplum Partisi milletvekillerinin Barış ve Demokrasi Partisi altında Meclis'e geri dönme kararı, “açılım”dan beklenti içinde olanları fazlasıyla rahatlattı. Anayasa Mahkemesi'nin kararını alkışlayanlar bile, son bir haftada yaşanan gelişmelerin hızı ve tehlikeli boyutu karşısında, Kürt halkının siyasi temsilcilerine neredeyse teşekkür eder noktaya getirdi. Öyle ya, daha iki gün önce “iç savaş” rizikosunun sindiği köşe yazılarında bugün, “açılım”ın yeniden rayına oturduğu fikirleri işleniyor.

Politik atmosferin bu kadar keskin dönüşü dikkat çekti. Ancak bu süreçte hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçek, Kürt sorununun muhatapsız çözülemeyeceği gerçeği kör gözlere saplanmıştır. Ve bu süreçte oynadığı rolle rejimi kendi yarattığı krizden çıkaran Abdullah Öcalan gerçeği köşe yazılarının temel konusu oldu. Yapılan 'sağduyu' çağrılarına rağmen milletvekillerinin Öcalan'ın çağrısıyla Meclis'e dönmesi, hazımsızlık yarattı. Bugünkü köşe yazılarında da hazımsızlığın ağırlığı vardı...

“Acı ama gerçek”ler gerçekleri değiştirmez

Vatan gazetesi yazarı, NTV danışmanı Ruşen Çakır, “PKK istedi, Öcalan bozdu” başlıklı köşesinde, önce, “Her ne kadar bölge halkının, sivil toplum kuruluşlarının, bazı gazeteci ve aydınların yoğun baskısı etkili olmuşsa da DTP'lilerin istifadan vazgeçmesinde belirleyici rolü Abdullah Öcalan oynadı” diyerek duru teslim ediyor. Ardından da, “Zira sine-i millet kararı, Anayasa Mahkemesi'nin kararı kadar yanlış bir karardı; ne DTP'lilere, ne Kürtlere, ne de bütün Türkiye'ye hiçbir yararı olmayacaktı. Sonuçta, acı ama gerçek, DTP'liler Öcalan'ın müdahalesiyle çok büyük bir yanlıştan dönmüş oldular” diye de ekledi. Evet, “acı ama gerçek”, Öcalan hala belirleyici sayın Çakır.

Öcalan faktörünü gören Milliyet yazarı Taha Akyol, “Öcalan faktörü bu olayda da açıkça ortada... Devlet duygusal olamaz. Elbette hukuk devleti terörle pazarlık yapmaz... Ama demokratik ülkelerde bile devlet hayati konularda çözüm üretmek için 'derin devlet' mekanizmalarını devreye sokarak 'gayri resmi' görüşmeler yapar!” devletine akıl veriyor, durumdan vazife çıkarıyor, IRA örneğini veriyor. “Devlet, bu 'Apomania' marazını dikkate almalı, sorunun çözümü için bundan yararlanmalıdır” diyor. Tabi ki Öcalan'ın bu süreçte oynadığı rolü, “Öcalan'ın narsisizmi” diye bağlayarak küçümseme, güvenilmez gösterme gayretini de ihmal etmiyor.

Hazımsızlık 'ip'e dolandı

Milliyet'in bir diğer yazarı Can Dündar da, Akyol gibi “terör”le “gizli” görüşme yapılmasını salık veriyor devletine. Akyol kadar sakin değil. Durumu hiç hazmedememiş, kışkırtıcı bir yazı kaleme aldı. İşte “İpler Öcalan'da” yazısından bir bölüm: “MHP lideri Bahçeli bir mitingde Başbakan’a 'Apo’yu asacak ip mi bulamıyorsun? Al sana ip' deyip elindeki yağlı urganı meydana atmıştı. Öcalan, o iple asılmadı, ama Öcalan o ipe asıldı. İpi çektikçe devlet, İmralı’ya doğru sürüklendi. Ve zaman içinde ipler, hepten İmralı’nın eline geçti. Kabulü güç, ama gerçek: 10 yıl önce yakalanıp bir adaya yollanan adam, şu anda Türkiye’nin en kritik kararlarında söz sahibi... O durursa açılım oluyor. O vurursa açılım duruyor. DTP kapatılınca kendi başlarına istifa kararı alan vekillerine 'Kalın Meclis’te' diyor; 19 müstafi vekil, 'Pardon' deyip kararı geri alıyor. Apo hapşırsa Güneydoğu hasta oluyor. Bir gün 'Genzimde akıntı var' diye, bir başka gün 'Yerim dar' diye bölgenin kepenklerini kapattırabiliyor, on binleri sokağa dökebiliyor. Örgütüne 'Dağa çıkın', 'Şehre inin', 'Gidin teslim olun' veya 'Susun bekleyin' talimatı verebiliyor. Ve bunu, 12 metrekarelik hücresinden, TV filan seyretmeden, sadece avukatlarıyla görüşerek yapıyor.” Hazımsızlıktan kabız olan Dündar, “Başlattığı sürecin elinden çıkışını, batağa saplanışını şaşkınlıkla izleyen hükümet de daha cesur olup 'ip'in kontrolünü yeniden ele alabilir” umuduyla avutuyor kendini.

Öcalan gücünü gösterdi, ne yapacaksınız?

“Öcalan gücünü gösterdi, biz ne yapacağız...” diye soruyor Mehmet Ali Birand. “Öcalan bu tutumuyla, gerçek liderin kendisi olduğunu, eğer bu sorun çözülecekse muhatabın başka yerde aranmaması gerektiğini gösterdi. Bir direktifiyle, Kandil’den heyet getirtti. Mahmur’u boşaltabileceğini ispatladı. Bir başka işaretiyle yol haritasını açıkladı ve kendini adres göstertti. Ankara’dan ses çıkmayınca, bu defa PKK’ya Tokat’ta uyarı ateşi açtırttı. O da yetmedi, önce DTP’lileri istifa ettirip, ardından şimdi de istifalarını geri aldırttı. Liderlik gücünü daha başka türlü nasıl ispat edebilir ki...” diyor. Ve ekliyor Birand, “Şimdi top Erdoğan'da. Yepyeni bir durumla karşı karşıyayız. Bakalım Başbakan bu defa oyunu nasıl oynayacak?” diye soru sormaya, topu taca atmaya devam ediyor.

Güneri Civaoğlu, “İmralı şifresi”ni okumaya çalıştı. “'İstifa etmeyin, Ankara’ya dönün' dediği gibi, bir bakarsınız 'İstifa edin' moduna da geçirebilir İmralı elinin altındaki şalteri... Daha önce Habur Sınır Kapısı’ndan PKK giysileriyle giriş yapanlar 'Abdullah Öcalan’ın isteği üzerine geldiklerini' söylemişlerdi. Aradan birkaç gün geçti. Apo’dan avukatları aracılığıyla 'Bu kez artık dönüş yapılmayacak. Ne dağdan, ne Mahmur Kampı’ndan, ne de Avrupa’dan' duyurusu yapıldı. Şalteri o açmış, o kapatmış görüntüsü çiziliyordu. Yani... Abdullah Öcalan 'açılım' sürecinde 'kendisinin yok sayılamayacağını' böyle belirleyici tavırlarla göstermek stratejisini izliyor” dedi. Sonradan da, DTP'nin köşeye sıkıştığı için Meclis'e döndüğünü, İmralı faktörünün yüzeysel kaldığını iddia etti. “İmralı şifresi”ni okuyamadığı belli.

Kürt politikası iyice bütünleşti

“Kürtler sahneye girdi” diyen Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu, durumun rahatlamasından memnun olanlardan. “Bir kere Kürt sorununa muhatapsız, Kürt muhatap olmadan bir çözüm bulunamayacağı görülmüştür. Aksi her denemenin ülkeyi istikrarsızlığa iteceği de ortaya çıkmıştır. Zira anlaşılmıştır ki, Kürt politikacılarının tasfiye duygusu karşısında gösterecekleri direnç, her şeyin, hatta Kürt sorununun bile önünde yer almaktadır. Kürt politikası son gelişmelerle iyice bütünleşmiştir. Ahmet Türk dün milletvekillerinin istifadan vazgeçmesini "Öcalan'ın isteği doğrultusunda" vurgusuyla açıklıyordu. Bu durumda Öcalan'ın Türk siyasi sahnesine bir siyasi aktör olarak girdiğini görmemek mümkün değildir. Bu, PKK'nın silahtan uzak durarak tasfiye edilmesi gibi olumlu bir noktaya gönderme yapabileceği gibi, tersine siyaseti şiddetin emrine ve etki alanına sokabilir…” tespitinde bulunan Bayramoğlu, “Yeni aşamada, "Kürt politikacıları, Kürt politikası, DTP ve benzerleri şiddet fikri ve eylemleriyle ilişki kurarak yol almaktan vazgeçmelidir. Buna karşılık kamu otoritesi de 'meşru ve yasal Kürt siyasetini' yok saymaktan, onsuz yol alabileceğini düşünmekten, karşı tarafı tasfiye duygusu vermekten uzak durmalıdır…” uyarısında da bulundu.

“Yeni parti, yeni umutlar...” diyen Fehmi Koru da, “keşke” diye hazımsızlık yaşayanlardan: “Hangi sâiklerden hareket ettilerse, kimden esinlendilerse gerçekten fark etmiyor, sonuçta vardıkları karar verebileceklerinin en doğrusu oldu DTP'lilerin: Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararıyla DTP kapandı ve grubun iki üyesinin milletvekilliği düştü; ancak geri kalan 19 kişi Meclis'te kalmaya ve demokrasi zemininde siyaset yapmaya devam edecek... Daha önce altı partileri kapatılmış kadronun yeni adresi, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) olacak... Keşke bu doğru kararı almak için İmralı'yı beklemeselerdi.” Tabi AKP'nin dans edecek birilerini bulmasından memnuniyetini gizlemedi.

Açılım 'hücre'den 'açık hava'ya çıktı mı?

Doğan Medya Grubu'nun liberal kanadı Radikal'in başyazarı İsmet Berkan biraz komplocu, “Acaba bu denli büyük bir hayal kırıklığının nedeni, PKK’nın da nihai olarak barış istediğine duyulan bir güven miydi? Kısacası, PKK’ya güvenilmiş olabilir mi?” diye soruyor.

“Açılım, 'hücre'den 'açık hava'ya çıkarken...” başlığıyla durum analizi yapan Cengiz Çandar, DTP'nin siyasete geri dönmesinin öneminin iyi idrak edilmesini istiyor. “DTP’lilerin BDP olarak TBMM’ye geri dönmeleri demokratik süreç açısından iyi mi olmuştur, kötü mü? Buna cevabınız ‘evet’ ise, yukarıdaki sözlerin Abdullah Öcalan tarafından söylenmiş olması geri dönüş kararının ‘doğru’ olduğunu ortadan kaldırmıyor. Hatta ‘doğru’ya Abdullah Öcalan’ın ‘belirleyici katkısı’nı yansıtıyor. Bir başka şeyi daha ifade ediyor: İşlevsel bir BDP üzerinden Öcalan’ın ‘soruna taraf’ olarak ‘olumsuz’ rolünün ‘çözümün parçası’ haline dönüştürülebilmesi şansını” diyen Çandar, “Zaman, BDP’nin kafasına kakma, çivi çakma zamanı değil, TBMM’deki varlığından yararlanma, onu İmralı’ya ilişkin ‘işlevselleştirme’ zamanıdır. Sokaklara sükûnet ve dağları boşaltma yolu da oradan geçecek” sözleriyle pragmatizmi elden bırakmıyor.

Görüyorsunuz değil mi maskaralığı!

“Abdullah Öcalan Meclis'te grup kuruyor” diye hazımsızlıktan çatlama noktasına geldi Fatih Çekirge. Her satırı kin dolu yazıda Çekirge, cümlelerini, “Sakin olalım, mantıklı olalım, bu milleti bölmeye ayarlı tuzaklara düşmeyelim. Öfkenin bataklığına düşmemizi isteyenlere izin vermeyelim” diye bağlıyor. Aslında onun yaptığı 'sağduyu' çağrısı değil, tam tersi Tarlabaşı'nda ortaya çıkan güruhların harekete geçme çağrısıdır.

“Biraz Sağduyu” diyen Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi de çağrıda bulunuyor: “İşte o zaman insanın 'A sevgili kardeşim! Bak daha önce kurduğumuz 6 adet parti kapatıldı diye şikayet ediyorsun. Oysa onların 6’sının da aynı nedenle kapandığını biliyorsun. Şimdi 7’ncisinin de aynı şeyi yaptığını daha ilk gün ilan ediyorsun. Bu yaptığının akılla, iz’anla, sağduyu ile ilgisi var mı? Aleme ders vereceğine biraz da sen yaşananlardan ders alsana!' diyesi geliyor.”

“Görüyorsunuz değil mi ortadaki maskaralığı!” diye hayıflanıyor Ekşi. Tam maskaralık. Biri 'hassas vatandaşlar', diğeri 'mahkeme' kartını sallıyor, 'sağduyu' adına.(Atilim)