12 Eylül 1980'den bu güne değişen ne? Haydar Uc
12 Eylül 1980 cuntasından bu güne neyin değişip değişmedigini cevaplamak için o dönemi ve uygulamalarını bu günle karşılastırmak gerekir.Uzun uzadıya verileri karşılaştırsak bile, sonuçta söylenecek özet cümle şu olur: O gün askerler iş başındaydı, askeri cunta vardı, her şeyi onlar yapıyorlardı, parlamento feshedilmişti, partiler kapatılmıştı, binlerce insan tutuklanmıştı, işkence, sokak infazları, grev ve sendikalar kapatılmıştı, gösteri, miting vb yasaktı, düşünce özgürlüğü TC varolduğundan beri hiç olmamıştı, var olan kırıntılarda yasaklanmıştı. Bu yasaklar listesini uzatmak mümkün. Kısacası faşizmin askeri biçimi iktidardaydı.
Bu gün ise, demokratik parlamenter cumhuriyet maskeli faşizm var. Arada niteliksel bir fark yok. Hatta bugünkü kimi uygulamalar cunta döneminden çok daha fazla baskıcı ve katliamcı. Aradaki fark, bu gün cunta döneminde yapılan iskence ve katliamlar, anti demokratik baskı ve uygulamalar kamuoyuna, dünyaya sivil bir görünüm ve demokrasi kisvesi altında yuturulmaya çalışılıyor
AKP hükümetinin Türkiyedeki bütün muhalif güçlere özellikle de Kürtlere karşı uyguladığı kirli savaş politikaları her geçen gün daha da katmerleşerek gün ışığına çıkıyor.
Islam sosuna bandırılmış faşist politikalara hız verilerek, muhalif kesimler özelliklede son otuz yıldır imhaya, inkara karşı direnen ve varolma mücadelesi veren Kürt Hareketine karşı her türlü kirli yol ve yöntemi mübah sayarak yol alınmaya çalışılıyor.
Türk ırk rejimine karşı en büyük direnişi gösteren Kürt hareketi AKP ve onun sisteminin baş hedefi durumuna gelmiş bulunuyor. Bastırma ve yok etme politikasını ulusal ve uluslararası planda çoktandır uygulamaya koyan AKP hükümeti, ABD, Israil ve batılı emperyalist ülkeler başta olmak üzere, bölgedeki sömürgeci güçler ve yerel Kürt işbirlikçileriyle komplike bir savaş sürdürerek sonuç almaya bu da olmazsa Kürt hareketini zayıflatarak teslim almayı hedefliyor.
Bu nedenle insanlık dışı bütün denenmiş yol ve yöntemi denemeye ve şimdiden kamuoyunu buna hazırlamaya çalışıyor. Sri Lanka örneği benzeri kitle katlıamları yaparak, gerillayı teslim olmaya, bunda başarılı olmazsa zaten şimdiye kadar kullandığı kimyasal silahları daha da yaygın kullanarak Güney Kürdistan ile Kuzey Kürdistan arasında tampon bir bölge oluşturmaya çalışıyor.
Bunun için son günlerde Iranla ortak hareket ederek gerillaya karşı son teknolojiyle donanmış uçaklar ve silahlarla saldırıyor. TC, bu savaşı tabiiki tek başına sürdürmüyor. ABD ve Israilden aldıkları özellikle teknolojik ve askeri, istihbari destekle sürdürüyor. Yani eğer abartı sayılmazsa Kürdistanın dağlarına sığınmış, zulme ve zorbalığa karşı direnen "bir avuç" gerillaya karşı uluslararası güçlerce ortak bir savaş sürdürülüyor. Ama gerilla karşısında yinede başarılı olamıyorlar.
Son günlerde sayın Abdullah Öcalan'a yönelik tecrit politikası, Roj tv nin kapatılmaya çalışılması, Kürt aydın ve siyasetçilerinin tutuklanmasına hız verilmesi ve geniş kara operasyonları bütün bu topyekün imha konseptinin parçalarıdır.
Türkiyede önümüzdeki sürecte kaçınılmaz olarak yeni bir anayasa yapılması gündemdedir. Bunu AKP seçim öncesinde sözümona demokratikleşme adına yapacağını söylüyordu. Ayrıca bu talep demokrasi güçleri ve Kürtlerinde önemli bir talebidir. Ancak Kürt hareketi ve sivil muhalefetin güçlü olduğu bir dönemde AKP bunu yapmak istememektedir. Bu nedenle başta gerilla güçleri olmak üzere Kürt muhalefetini zayıflatarak anayasayı hazırlamak istiyor. Yani anayasayı muhaliflerinin zayıf olduğu bir ortamda yaparak kürtlerin demokratik taleplerinin, istemlerinin yer almadığı bir anayasa hazırlayacak.
Bu sorunun şiddetle savaşla çözülemeyeceğini yaşadığımız otuz yıllık savaş pratiği göstermiştir. TC'nin savaşta ısrarı sorunu çözmek istememesinden kaynaklanıyor.
Bu sorun Erdoğanın kişisel iyi yada kötü niyetine bağlı bir sorun değil. Tarihten gelen ve devam eden sömürgeci bir mantığın, sistemin sorunudur.Sorunun çözümü esas olarak demokrasi güçlerinin daha da üst düzeyde örgütlenerek, mücadele ederek kendi düşünce ve iradesini egemen kılma mücadelesidir.Bu nedenle son seçimlerde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu ekseninde oluşturulan ve giderek Çatı Partisine dönüştürülmeye çalışılan bu birlik girişimi önemli ve tarihsel bir adımdır.
TC'nin son hamlelerinin bir yanı da Kürt Hareketi ile Türkiyedeki (cılız da olsa) demokrasi güçlerinin birlikteliğini baltalamaya yöneliktir. Çünkü bu birliktelik Kürt hareketini yalnızlaştırma ve boğma konseptini boşa çıkaran önemli bir girişimdir. Geliştirilip güçlendirilir ve hayata geçirilirse başta Kürt sorununun demokratik çözümü başta olmak üzere Türkiyedeki demokrasi mücadelesine önemli bir ivme katacaktır.
AKP hükümeti gerillaya önemli bir darbe vursa bile bu kürt sorununun çözüleceği, biteceği anlamına gelmez. Kaldı ki bu öyle kolay başarılacak bir işde değil. Gerilla güçleride otuz yılı aşkın kazandıkları savaş tecrübesiyle bu saldırıları boşa çıkaracak güç ve deneyime sahip olduklarını göstermişlerdir
Öyleyse geriye yine sorunu barış ve demokrasi içerisinde, karşılıklı konuşma birbirinin haklarına saygı gösterme bunu yasal ve anayasal statüye kavuşturma seçenegi kalıyor. Bütün mesele bu secenegi TC'nin bu güne kadar uygulayageldigi inkarcı, tekçi politikalara etkin kılma sorunudur. Bu , öyle söylendiği gibi gül-çiçek atılarak başarılaacak bir sorun değil, olmayacaktır da.
12 Eylülcülerin yargılanması, işledikleri cinayetlerin hesabının sorulması aynı zamanda bu gün savaşı sürdüren ve insanlık suçu işleyen Erdoğan ve şurekasından halkların ortak, örgütlü, demokratik mücadelesinin yükseltilerek bu faşist düzeni onların başına yıkmakla mümkündür.
12 Eylülcüler hala iş başında. 12 Eylülcüler ve onların sisteminden hesap sormak dün olduğu gibi bugünde demokrasi ve özgürlüklerden yana olanların boynunun borcu olarak orta yerde duruyor. Baş aktör dün Kenan Evren'di, bugün Erdoğan Evren'dir. Biri Atatürkçü, her türlü özgürlügün düşmanı, akıl hocası, babası ABD emperyalizmi idi, digerininde akıl hocası ABD ci tarikatçı Fetullahtır!..
Tek farklılık üzerlerindeki elbise!...