Kurmes Dernegi Resmi Web Sitesi

27 Yıl Sonra Tekrar Van - Zaroken Wan'e-A.Haydar Gürbüz

Evet başlık sizlere belki tuhaf gelecektir ama Wan kentinde bundan tam 27 yıl önce Diyarbakır Cezaevine ellerim kelepçeli götürüldüğüm zaman  son bakışlarımı  bırakmıştım, umutlarımı ve geleceğimi ellerimdeki kelepçeler başımdaki süngüler alıp gitmişti, o günden bugüne Wan yüreğimde hep yarım kalan bir ezginin tamamlanmayan melodisi olarak kalmıştı. 27 yıl aradan geçtikten sonra Wan’a bu sefer yardım amaçlı bir yolculuğa çok uzaklardan çıkmıştım bir yandan geçmişten kalmış duygular ve anılar diğer yandan da bugün Wan halkının yaşadığı acı depremin resmiyle yüzleşecektim.

ALİ HAYDAR GÜRBÜZ

Wan’a gitmeye karar verdikten sonra haliyle birçok tanıdıkta bunun tehlikeli olabileceğini bu kış günü oralara gitmenin doğru olmayacağını belirtiler ancak bilmedikleri bir şey vardı Wan belkide hayata adım attığım hayatın gerçekleriyle ilk yüzleştiğim bir kentti, kendi başına ayakta kalmayı öğrendiğim ilk gözağrımdı,orada bıraktığım gençliğimin ayak izlerinin olduğu bir kentti ve bu kentte yarım kalmış bir ezginin melodisini tekrar canlandırmaya dillendirmeye gidiyordum. Bununda ayrıca bana büyük heyecan verdiğini burada belirtmeliyim, Stuttgart’tan Wan yolculuğum başlarken önce Ankara’ya uğradım orda iki gün kaldım, Çarşamba günü Wan kentine gidecek orada belki köyde gelebilecek olan heyetle birlikte depremzedeler için topladığımız bağışı yapabilecektik,bu vesileyle Wan’a Çarşamba günü gitme kararı almıştık,ancak Çarşamba günü ben Wan’a indiğimde köyde kimsenin gelmeyeceğini anladım ve orada bulunan beni karşılamaya gelen deprem kriz masası arkadaşlarla Belediyeye doğru yola çıktık. Yol boyunca etrafıma dikkatlice baktım aklımda kalmış tanıdık bir şeyler görebilecekmiydim diye fakat ilk bakışımdada anladımki Wan benim bıraktığım Wan olmaktan öteye başka bir kente bürünmüştü,her gün Edremit’e gelip gittiğim yollar ve etrafına kurulmuş modern binalar ilk şaşkınlığımı yaşamamı sağlamıştı.

Arabada etrafıma bakarken bir anda depremde etkilenmiş ve yaşamlarını çadırlarda sürdürmek zorunda kalmış depremzedeleri gördüm irkildim geçmişin anılarında kurtularak Wan’ın bugünlerde  yaşadığı acılara tanıklık etmeye başladım yüreğimde derin bir üzüntü ve acı belirdi, çadırlar bir inasının tek başına dahi kalamayacak boyutta küçüktü , sağlık koşullarının olmadığı alanlarda kurulu soğuktan korunmayacak kadar yetersizdi. Evet Wan kentinde yıkıntı çok yoktu ama hasarlı binaların kullanılamayan evlerin sayısı binlerceydi ve hepsi boşaltılmış sahipleri ya bu çadırlarda yaşam mücadelesi veriyorlardı yada başka illere göçetmişlerdi. Wan kenti deyim yerindeyse bir hayalet kente dönüşmenin tüm koşullarını sağlıyordu, caddeler boşalmıştı beni belediyede bulunan kriz masasına götüren şoför “bundan bir ay önce burda araba sürmek meseleydi bir km lik yolu ancak bir saatte alabiliyorduk, depremden sonra herkes gitti şimdi yollar bomboş diyor ve ekliyordu Wan kentimiz yaralı ve ölüyor ancak 30 yıl sonra kendimize gelebiliriz” diyordu yüreği acıyordu ağlıyordu,üzülüyordu ve ardında “neye mal olursa olsun ben Wan’ımı memleketimi terketmeyeceğim” diyordu.”Burayı kimseye bırakmaya niyetinin olmadığını” büyük bir kararlılıkla dile getiriyordu.

Kısa ama benim için uzun süren bu yolculuktan sonra Belediye binasına geldik ordaki koşuşturma ve kalabalık işlerinin bir hayli yoğun olduğu ve büyük çaba içerisinde olduklarını gösteriyordu. İçeri girdiğimde Sait bey beni karşıladı sıcak ve sevgi dolu bir karşılamaydı hal hatır sorduktan sonra depremzedeleri ziyarete giden Başkan ve yanındaki heyete katılmak üzere bir arabayla  bulundukları alana götürdüler ve bende saat 12.30 gibi aralarında Wan Belediye başkanı Sayın Bekir Kaya,BDP vekili Aysel Tuğluk ve Avrupa sol parti milletvekili F.Uce’ninde bulunduğu kalabalık bir heyete katıldım, heyet depremde yakınlarını kaybedenlere başsağlığı ve geçmiş olsun dileklerinde bulunmak depremde etkilenenlerin sorunlarını dinlemek yerinde tespit etmek üzere çalışmalara başladı.

İlk uğrağımız İstasyon Mahallesiydi, orada bulunan depremzedelerle bende kısa kısa sohbetler yapma fırsatı duydum,kendileriyle konuştuğum depremzedelerin bugüne kadar kimseden herhangi bir yardım almadıklarını belirttiler özellikle devletin kendileriyle hiç ilgilenmediğini kimsenin kendilerini ziyarete gelmediklerini geçmişolsun dileklerinde dahi bulunmadıklarını belirttiler, Belediye başkanının kendilerini ziyaretine çok sevindiklerini  çokşey olmasada kendilerini bu ziyaretlerin mutlu ettiğini belirttiler.

 

 

Roj Baş Güzel Ülkemin Pırlanta Çocukları Roj baş

 

Ziyaretimiz devam ederken etrafımızda biriken çocuklar dikkatimi çekiyordu, kimisi gülüyor kimisi üzülüyor,kimiside olan bitenin farkında olmadan etrafa öylece bakıyordu. Nede olsa onlar henüz çocuktular ve depremin yarattığı tahribatın anne babaları üzerine ne kadar ağır yükler yüklediklerinin farkında değillerdi kendi çocuksu dünyalarında kendince eğlenmenin oynamanın olanaklarını yaratmaya çalışıyorlardı,çok şey beklemiyorlardı  aslında karınları doysun,üşümesinler ve birkaç oyuncak istiyorlardı ama ne yazıkki ne karınları doyuruluyor ne oyuncakları oluyor nede çadırları sıcak kalıyordu, tir tir titreyen çocuğunuzu şöyle bir gözlerinizin önüne getiriniz neler hissedersiniz,aç kalmış bebenizi düşünün hiç oyuncağı olmayan çocuğunuzun ruh halini anlamaya çalışınız, banyo yaptıramadığınız ve günlerce toz toprak içerisinde düşüp kalkan yavrunuzun resmini düşünün ne kadar acı verir değil mi size!  İşte Wan depreminin yarattığı bu resmin çocuklara yansıyışıdır bu anlattıklarım ve belkide çok daha farklı ve detaylı anlatılmalı bu çocukların yaşadıkları çünkü bunlar çok yakın bir zamanda travmaya dönüşebilir hatta yardım elleri yetersiz kalınırsa bu çocuklardan bir kaçını ya donmaktan  yada hastalanmaktan kaybedebiliriz bunun için önümüzde çok daha vahim olan Wan depreminin yaralarını sarmalı hafife almamalıyız.

Evet İstasyon mahallesinde konuşuyoruz depremzede bir aİle ile durumlarını anlatıyorlardı yetkililerin ilgisizliklerinden şikayet ediyorlardı,mevlana evlerinin boş olduğunu çadır kentlere yerleşmek istemediklerini hırsızların çoğaldığını çatlak binaların içerisinde kalan eşyalarını bunlara kaptırmak istemediklerini bu nedenle mümkün olduğu kadar çadırlarını evlerinini yanında kurmak istediklerini haklı olarak istiyorlardı.Biz konuşmalarımıza devam ederken elinde içerisinde iki bilemedin üç kepçelik  bulgur pilavının olduğu yarısı kesik bir su bidonuyla bir kız çocuğu kapıda beliriverdi,bende bu ne?  diye sormadan edemedim kendimi,  oda” bu bizim akşam yemeğimiz 6 kişilik bir aileyiz ve bu akşam bize sadece bunu verdiler” dedi. Evet içim burkularak baktım çocuğa bunu sen yesen doyar mısın? Dedim oda “hayır ama hepimiz yiyeceğiz dedi”, gözleri dolmuştu düşünün küçücük bir kız çocuğu ve yemeği az diye ağlamaklı..Nasıl bir dünya bu dedim,hangi çağ ve ülkede yaşanıyor bu drama? Hani yoksullara yardım etmeye karşı değil insan ama sen git Somaliye milyonlarca yardım yap reklamını tüm dünyaya yap fakat kendi vatandaşın diye hitap ettiğin çocukların yaşadığı bu sefalete göz yum bu nasıl müslümanlık bu nasıl adalet ve anlayış!!!

Çocuklardan bahsederken Sayın Aysel Tuğluk’un çocuklara gösterdiği yakınlıktan da bahsetmeden geçemeyeceğim,etrafına toplayıp teker teker seviyordu işi zordu biliyordum onunda yüreği acıyordu ama ellerinde çokşeyin gelmediği belliydi, olsaydıda bu çocuklara neler vermezdimki diyenler o an orada ellerinde ve yanlarında birşeyler olmadığı için kimbilir ne kadar üzülüyorlardı, zaten yüzlerindeki ifadelerden de bu rahatlıkla anlaşılıyordu.Hepside fotoğrag çektirmek istiyorlardı onların bu isteğini kırmak mümkün mü tabiki isteyerek severek hepsinin tek tek resimlerini çektim ve onlarada gösterdim kimileride bu iyi çıkmamış tekrar çek diye yeniden bana fotoğraf çektirdiler, duvar dibinde toplanan çocuklardan bir kaçı ellerini havaya kaldırarak herşeye rahmen zafer bizim olacak gibisinden büyük bir inançla işaret veriyorlardı sanki depremde zarar gören onlar değildi gibisinden inadına zafer diyorlardı. Bundan etkilenmemek mümkün mü değil tabi bende bundan çok etkilendim ve onların bu kararlı duruşlarının ülkemizin geleceği açısında ne kadar önemli olduğunu tekrar anladım,kendilerine giderken uzak ayrılık şarkılarının yarattığı hüzünlü bir melodinin dalgalanan sesleriyle bakakaldım bindiğimiz arabanın yanında koşarak bizlere “Roj Baş” diyorlardı ve elleri havada yüzleri gülüyordu...Roj baş güzel ülkemin pırlanta çocukları Roj Baş.....

 Ewar bu Ez Lı Seyrane Ava Gola Wan'e Bum

Hayri benden Wan’dan bir taş getirmemi istemişti, bende Wan Gölü kıyısına indim şöyle bir kendimce gezdim, gün boyu yaşadıklarımın etkisinden kurtulmaya çalıştım,otelin göle vuran ışıklarında suyun altın rengine baktım,geceydi hava soğuktu,rüzgar esiyordu,göl kıyısında taşlara vurup dönen dalgaları izliyordum, öyle güçlü ve heybetli vurmuyordu dalgalar sanki zoraki taşlara değiyordu,karaya çıkmak istemiyorlardı, belliki onlarda hüzün yüklemiş getiriyorlardı, Erciş ve köylerinde gidipte göremediğim soramadığım yaralı kardeşlerimin feryatlarını almış getirmişlerdi, onlardan kurtulmak istercesine kıyıya yanaşıyorlardı ama kıyıda o kadar çok hüzün vardıki yüklenip yüklenip tekrar gölün derinliklerine doğru gidiyorlardı, suyun tadı kaçmış tüm canlılığı yok olmuştu,Hayri abiye götüreceğim taşın rengi solmuştu Wan’da bir eser kalmamıştı ölü bir taşın Hayri’ye ne faydası olabilirdiki dedim kendi kendime.

Wan gölünün etrafını kaplamıştı hüznün esen yeli,üşümek üşümek en az o çocuklar kadar üşümek istemiştim tir tir titremek istemiştim ancak bu şekilde onları anlayabilirdim acılarını kemiklerime işlemişcesine hissedebilirdim,saatlerce dolaştım Wan Gölünün kıyısında ve nihayet bende üşüdüm tıpkı çadırda yüzleri çatlamış çocuklar gibi titremeye başladım,ne varki sonuçta benim kalacak ve yatacak sıcak bir yatağım olacaktı.O kelebek bakışlı çocukları düşündükçe sıcak bir yatak düşünmek bile istemiyordum onların yaşadıklarını yaşamak tadmak istiyordum ve bundan inat edercesine diretiyordum girmiyordum içeriye taki soğuk iliklerime işleyinceye kadar evet kalamıyor insan ne kadar zorlasanda yaşayamıyor insan onların yaşadıklarını ve ben tam 27 yıl sonra Wan Gölü kıyısında üşüyen ellerimi ovarken bu kentle olan bağımın hüzün ve kederden başka birşey olmadığını anladım..

Siz bakmayın ekranlarda konuşulanlara,atılmış palavralara aldanmayınız, bilinki onlar Wan halkına ne çare nede derman olmuşlar,siyaseti bu çocukların titreyen yürekleri üzerine yapar dururlar,ekranlara konuşur , pervasızca kelimeler sarfeder yalanlarına yalan katarlar,sinsice gülerler,gizli hesaplar yapar adam kayırırlar oysa Wan halkı perişan kent boşalıyor, halk göçüyor, devlet seyrediyor,yardımlar ihtiyacı olana gitmiyor,nerde nasıl dağıtırlar birçoğunun haberi bile olmuyor,kömür parayla satılıyor, onlara reva görülen bulgur pilavı kaşıkla veriliyor anlayacağınız Wan halkı açlığa ve sefalete mahkum ediliyor göçe zorlanıyor,kent başaltılmaya çalışılıyor, ben bugün Wan’da bir kez daha yıkıldım 27 yıl sonra geldiğim Wan’da tekrar yıkılmanın üzülmenin garip anını yaşadım,kahroluyorum  daha ne diyeyim ki...

Avrupa’da Kurmeş derneğimizin topladığı yardımı doğru adrese teslim etmenin tesellisi vardı bende ve ben bu teselliyle otel yolunu tutarak sabah Wan kentinde yapacağım gezinin planını kurmak ve birazda uyumak üzere odaya çekildim,uyumadan önce televizyonları açtım güncel gelişmelere baktım “Avukatların tutuklanması “ ve “Dersim Özrü” gündeme damgasını vurmuştu evet bir halkın belkide  2.bir Dersim dramasının yaşandığı Wan kenti gündemde uzaklaştırılıyor halkın ilgisi başka alanlara çekiliyordu.Evet Wan bir Dersim kadar olmasada yaşadığı göç ve dayatılan haksızlıklarla günümüz dünyasında yeri doldurulamayacak boşluklar oluşturuluyordu. Tayip dersimlilerden özür diledi evet bir hamleyle Kılıçdaroğlu’nu mat etti diyebilirim ama sadece bu. Ne zamanki Cumhurbaşkanı ve kabine hep birlikte Dersim’e gider Seyit Rıza’nın heykeli önünde eğilir onların huzurunda Dersim halkında özür dilerlerse o zaman bir anlamı ve ciddiyeti olacaktır,işi polemiklere dökerek dilenen özürlerin ciddiye alınır bir tarafı olmaz..Sonuçları bekleyelim...Wan halkının hakkını kesen tayip Rize’yi bir çırpıda Afet bölgesi ilan ediyordu ama 600’ün üzerinde ölü yüzbinlerce evsiz barksız kalmış bir kenti Afetten saymıyordu.Üstüne üstlük yardımları kesiyordu. Düşündükçe tüm bunları nasıl uyur insan nasıllll sonuçta ölenler bizim insanlarımız bizim çocuklarımızdı...

Serhad û Sedat Zaruken Wan'e

Serhad u Sedat iki küçük ceylan onlar sıcak bir yuvada değil okulda değil sokakta ekmek kavgasındalar.....

Tezgahlarını  çarşının en işlek yerlerinde bir kaldırımın üzerinde kurmuşlar  muhtemelen kaçak sigara  satıyorlar dedim kendi kendime ve bu merağımı gidermek için yanlarına yaklaştım, hava zaten soğuk ve karlıydı bu nedenle etrafta biraz daha sakindi , bunu fırsat bilerek bu iki çocukla sohbet edebileceğimi düşünmüştüm, önce “merhaba” dedim onlarda “merhaba” dediler, o arada biribirleriyle kürtçe konuştuklarını duydum, bende bunlardan geri kalmamak onlardan biri olduğumu göstermek için hemen kürtçe sordum..Hun çı dıkın lı vır? Sorusuyla onlarla muhabete başladım önce birbirlerine baktılar sonra bana ve ardında başladılar konuşmaya; tu nabini em çı dıkın? Diye şipşak bir cevap aldım,evet “ez te binim” dedim ve adlarını sordum birisi Serhat Diğeri Sedat’tı ve bende bu yazımın başlığını bu nedenle “Serhad u Sedat” olarak düşündüm.

Evet herşeylerini kaybettiklerini belirten iki küçücük çocuktan bahsediyorum “Serhad u Sedat’tan”, depremde evleri hasar görmüş çadırlarda kalıyorlardı, onlarda tıpkı diğer Wan’lı çocuklar gibi okullarına gidemiyorlardı,sıcak birer  yatakları yoktu, ekmekleri yoktu,yemek günde ya bir defa yerlerdi yada hiç bulamazlardı sıkıntı had safhadaydı bu nedenle bu çocuklar sokakta ya demir toplayıp satacak yada kaçak sigara satarak anne ve babalarına kardeşlerine yardımcı olacaklardı, Serhad u Sedat bu  çocuklardan sadece ikisiydi ellerine seyyar satıcıların el arabaları olan onlarca çocuğu Wan sokaklarında demir vb. eşyalar toplarken görmek mümkündür, bunların okulları yok deprem vesilesiyle tatil edildiler oysa başka bir ülkede olsaydı bu çocukların okullarına devam etmesi için bir başka ilde toplu konut sağlanıp gelecekleri garanti altına alınabilir temel eğitimlerinden yoksun bırakılmazlardı ama burası Kürdistan ve sahipsiz bir ulus egemenlerin askerinden valisinden bu çocuklara asla hayır gelmeyeceğini bu fotoğraflar gün ışığı gibi orta yere seriyorda artıyor bile tabi görmek isteyenler ve anlamak isteyenle için ..

Önce Serhad’a sordum kardeşlerin var mı?  Ailen ne yapıyor? Okula gidiyor musun?  Bana baktı ve dediki  “Ape mın tu lı vır nıni?” ” Tı jı kideri hati?” Bende ona “Ez xelke Dersimime   ez neha lı Ewropa hatım?”   -“Lı Wan’e tıme Erdheja heye,  herkes bardı ki, te wxe şeşkır hati Wan’e? “- Sedat jı me gudahri dıkır sere wxe dıhejand u heq teda Serhad.

Evet kürtçe konuşuyorlardı benimle, aslında bende çok mutlu olmuştum,  bu çocukların kendi anadillerinde konuşmaları ve bunda ısrar etmeleri beni çok etkilemişti, işte budur!  demiştim bir ulusun kabulü ve geleceği bir dilin teminatı, Onlara “ Mın jı ware arikari  ani, Emji weki we jı bo erdheja Wan’e birindarın u pır xemginin”... Sedat got “sersere me ape mın”...Kâmıl bir insanın sohbeti vardı bu çocuklarda, sonra başladılar anlatmaya, önce devletten yakındılar sahipsizlikten,yoksulluktan işsizlikten ve herşeyden önemlisi bir geleceklerinin olmamasından yakındılar, Wan sokaklarının yarısından fazlası boş diyorlardı bir cığara dahi satamadıklarını belirtiyorlardı, geleceklerinin karanlık ve umutsuz olduklarını, okuyamadıklarını  söylüyorlardı, dışardan gelen yardımları görmediklerini paylarına düşen hiçbirşeyin olmadığını belirttiler, “zaten olsaydı bizim bu soğukta burda ne işimiz olabilirdiki” diye konuşmalarına devam ettiler,bu arada cığara cığara diye ikide birde bağırıyorlardı. Ne yapsınlar bu koşullarda hayat çok zordu ve onlarda bu zorlu dönemi ancak bu şekilde çalışarak geçiştirmenin derdindeydiler, Devlet derde derman olmayınca iş başa düşüyordu  ve olanlarda bu çocuklara oluyordu. Üşüyende onlar,aç kalanlarda onlar,hastalanıp yatakalara düşen ve okullarından geleceklerinden olanlarda onlar oluyordu, kimin umurundaydı sanki!!...

Sokaklarda taş atan çocuklara laf atanlar bu çocuklara acaba ne diyorlar? Taş atanlara terörist bunlara emekçi mi diyorlar! yardım mı ediyorlar!  ellerinden mi tutuyorlar!!  Hayır ister taş atsınlar isterse atmasınlar anlaşılan hepsi bu devletin gözünde üvey evlat...Hey insanlık heyy sende bu ülkenin padişahı olur muydun!!!!

Cem’in Yaşamını Yitirdiği Bayram Otelini Ziyaret Ettim

Wan’a gidipte Sevgili Cem’in yaşamını yitirdiği kahrolası Bayram Oteli'ni ziyaret etmemek olur mu olmaz tabi bende bu çocuklarla olan sohbetim sona erir ermez doğru Bayram Oteli'nin olduğu yere gittim, Otel yerle bir olmuştu etrafını kapatmışlardı,orada Cem ve arkadaşlarını yad ettim, insanlık adına hizmet için gitmiş genç bir kardeşimizin tıpkı diğer depremzedeler gibi yaşamını yitirmesi ve hiçbir önlemin alınmamış olması insanı kahrediyor,baktıkça yığınaklara içim parçalanıyordu,o caddede gelip geçen herkes mutlaka yüzünü o tarafa çevirip acıyan yüreklerini üzgün bakışlarıyla dışa vuruyorlardı, Cem ve onunla aynı kaderi paylaşan depremzedeleri tekrar andıktan sonra Wan içindeki arayışıma devam ettim.

Esnafların çoğunun kepenklerinin kapalı olduğunu görünce açık olan esnaflardan bir kaçı ile röportaj yapma geregi duydum, onlarında bu depremde çok sıkıntı yaşadıkları herhallerinde belliydi,içerde kalırken bile tedirgin halleri gözden kaçmıyordu, Esnafların iş yapamadıkları belliydi, sabah geç saatlerde tezgahlarını açtıklarını erkenden kapattıklarını, mecburiyetten riske girdiklerini anlatıyorlardı, kimileri valilikten hertürlü yardımı aldıklarını belirtselerde büyük çoğunluğu hiçbir yardım almadıklarını belirtiyorlardı, başka şehirlere göçetme eğilimindeydiler,çocuklarını düşünmek zorunda olduklarını ve onların geleceği için Wan’ı terketmek istediklerini belirtiyorlardı, insan bütün bunları duyunca bayağı hüzünleniyor, düşünsenize bir ömür geçirdikleri ülkelerinde kaçıyorlardı ve bu kaçışa hiçbir güç dur diyemiyordu, dur demeleri içinde bir girişim ve beklenti oluşmuyordu ancak 30 yıl sonra bu kent düzelebilir deniliyordu. Gidenler sanki yeni yerlerinde mutlu mu olacaklardı! Hayır bu sorunun cevabını gidenler kendileri veriyordu “bize köle muamelesi yapıyorlar, verdikleri sözler yerine getirilmiyordu. Şikayetler daha şimdiden Wan’a ulaşmaya dilden dile dolaşmaya başlamıştı ama ne yapabilirsinki azda olsa bir umut işte diyorlardı gitmeyenler, hergün sallanmaktan ölüm korkusu yaşamaktansa göçetmek en doğrusu diyorlardı, Wan’ı gezdiğimde en az ev yüklenmiş 10 kamyona denk geldim, hepsi göçediyorlardı..

Wan gezimde edindiğim izlenimleri sizlerle paylaşmak istedim bu nedenle birazda duygu yüklü bir yazı yazdım ama bu tamamen içimden geldiği gibiydi,gördüğüm ve duyduğum gerçeklerden yola çıkarak abartısız ve hiç katmadan yazmaya çalıştım, bölgenin durumu vahim bunu anlatmak kelimelerle hafif kalıyor diyebilirim, oraya gidip görmek ve yaşamak gerek, ben ordayken Wan dört beş kere sallandı, bunu hissetmek ve yaşamak gerek belki o zaman burda yaşamlarına devam eden kardeşlerimizin ruh hallerini anlamış olursunuz, Yardımların adil bir şekilde dağıtılmadığı gerçeğini asla gizleyemeyiz,özellikle Vali tarafından dağıtılan yardımların akibeti bilinmiyor bunlar benim bu kısa sürede edindiğim izlenimlerdi, birde eklemeden geçemeyeceğim, belediye tarafından mahallelerde çalışan hiçbir ekibe rastlamadım, zaten depremzedelere yardımcı olacak başka ekiplerde yoktu belkide bana denk gelmedi. Birde Belediyede durduğum süre içerisinde deprem hakkında yeterli hiçbir bilgi verilmedi, bu anlamda özellikle orada çalışanlara önerim dışardan ve uzaktan gelen konuklara yardımseverlere deprem ve çalışmaları hakkında yeterli bilgi vermeleridir. Ben şahsen bu konuda yeterli bir bilgi edinemedim,belki yanımdakilere sormuş merağımı gidermiş olabilirim ama resmi anlamda böyle bir durum göremedim buda benim gördüğüm belediyenin önemli eksikliklerinden biriydi.

Son olarak Kurmeş derneğimizin, başkanının ve yönetim kurulunun bana Wan’a gitme olanağı tanıdıklarından  bu onurlu vazifeyi bana vererek güvenlerinden  dolayı kendilerine saygılarımı ve teşekkürlerimi arz ediyorum.Ayrıca Wan’a gitmemde bana yardımcı olan Mosaiktravelstours’a da teşekkürlerimi sunuyorum.

Ali Haydar Gürbüz